Eğitim Reformu Girişimi 2017-2018
Eğitim İzleme Raporunu yayımladı.ERG’nin açıkladığı Eğitim İzleme Raporu’nun
konu başlıkları ve özetleri şu şekilde:
YÖNETİŞİM
ve FİNANSMAN
MEB’de alınan kararlar ve faaliyetlerin hesap verebilirlik ilkesine
uygunluğunun denetlenmesinde performans programları ve faaliyet raporları çok
önemlidir. Bu bölümde MEB 2017 Faaliyet Raporu için yapılan başarı oranı
hesaplaması, geçmiş yıllar için de yapılabilir. Böylece MEB’in yıllara göre
göstergelerdeki başarı durumu incelenip, bu durumu etkileyen etmenler
saptanabilir.Liselere giriş sisteminde yapılan son değişikliklerin olumlu
etkileri olduğu kadar olumsuz sonuçlarının da olduğu görülüyor. Öte yandan,
olumsuz yanlarının çözülmesi için yeni bir sistem değişikliğine ihtiyaç
olduğunu söylemek güç olacaktır. Son 20 yılda 5 kez değişen liselere geçiş
sistemini, yeniden değiştirmek öğrencilerden velilere,öğretmenlerden okul
yöneticilerine, eğitimin tüm paydaşları üzerine yeniden ağır bir yük bindirecektir.
Bunun yerine, 2018-19 eğitim-öğretim yılının sonuna kadar yeni sistemin olumsuz
yanlarının düzeltilmesine odaklanılması daha önemli olabilir. Kamuoyunda dile getirilen
pek çok sorun, öğrenciler ve velilerin yeni sistem hakkında daha iyi bilgilendirilmesiyle
çözülebilir. 2018 yılında yapılan seçimler de eğitimi etkileyen gelişmelerden
biri oldu. Seçimler sonrasında yayımlanan ve içerisinde MEB’in programının da
bulunduğu “100 Günlük İcraat Programı”, MEB’in faaliyetleri konusunda
kamuoyunun önceden bilgilendirilmesi adına olumlu bir gelişmedir. Ek olarak,
plan aşamalarının kamuoyuyla paylaşılması,önümüzdeki günlerde MEB’in yapacağı
tüm faaliyetlerin planla tutarlı olup olmadığının kamuoyu tarafından
denetlenebilmesini sağlayacaktır.
2018 yılında MEB bütçesinde, yatırımlara
ayrılan pay artış gösterse de, ikili öğretimin sonlandırılması ve okul öncesi
eğitim yaygınlaştırılması hedeflerine yönelik kaynak ihtiyacının sürdüğünü
tekrarlamak gerekiyor. Bunun yanı sıra, özel öğretim gibi fazla kaynak
aktarılan alanların eşitlik ilkesi çerçevesinde yeniden değerlendirilmesi ve yatırımların
kapsayıcı eğitim çerçevesinde tüm çocukların iyi olma hali göz önüne alınarak
yapılması önem taşıyor.
Sonuç olarak, 2017-18 yılı eğitimin yönetişimi
ve finansmanı açısından MEB teşkilatında ve liselere giriş sisteminde yapılan
değişiklikler gibi yeniliklerin yanı sıra, özellikle finansman alanında
geçmişteki politikaların devam ettiği bir yıl oldu. Önümüzdeki dönemde
yeniliklerin sisteme tam olarak uyarlanması ve mevcut politikaların
değerlendirilmesinin yapılması öncelikli olmalıdır.
ÖĞRENCİLER ve EĞİTİME ERİŞİM
2017-18 eğitim-öğretim yılında net
okullulaşma oranlarında devam eden artış, eğitimin büyük resminde önemli
gelişmelere işaret etse de, net okullulaşma oranlarını devamsızlık, sınıf
tekrarı ve okul terki verileri ile birlikte değerlendirmek gerekiyor. Okullulaşma
verileri ile karşılaştırıldığında, bu alanlara yönelik ayrıntılı bilgi kamuoyuyla
paylaşılmıyor. Oysa bu alanlardaki veriler, başta eğitime erişimde de dezavantajlı
konumda olan çocuklar olmak üzere, pek çok çocuğun durumuna ışık tutacak
nitelikte. Örneğin, okul terki verisinin daha etkili izlenmesiyle bu durumu etkileyen
okul içi ve dışı etmenler daha iyi analiz edilebilir. Bu sayede, farklı
nedenlere yönelik daha etkilibir mücadele sürdürülebilir.Net okullulaşma oranı
artsa da, eğitime erişimde dezavantajlı konumda olan çocukların durumu
ciddiyetini koruyor. Özel eğitime ihtiyacı olan çocukların ne kadarının eğitime
erişebildiğine ilişkin bir veri bulunmuyor. Suriyeli çocukların eğitime
erişiminde cinsiyetler arasındaki farkın eğitim kademelerine göre durumu,
kamuoyuyla paylaşılmıyor. Eğitime erişimde dezavantajlı durumda olan çocuklar
bu bölümde değinilenlerle sınırlı değil; bu bölümde ele alınamayan anadili Türkçe
olmayanlar ve Suriyeli olmayan mülteci çocuklar gibi sorun yaşayan başka pek
çok çocuk var.
2018 yılının “Çocuk İşçiliği ile Mücadele Yılı” olması, bu alanda
yapılan çalışmalar adına önemli olsa da, bu çalışmaların etkilerini ölçmek için
TÜİK tarafından en son 2012 yılında yürütülen “Çalışan Çocuk Anketi”nin
yinelenmesine gerek duyuluyor. İzlenmesi ve saptanması zor olan çocuk işçiliği
sorununda, düzenli olarak veri paylaşılması büyük önem taşıyor. Bunun yanı
sıra, veri kaynaklarının çeşitlendirilmesi gerekiyor. Öğrencilerin eğitime
eriştikten sonra devam edebilmesini sağlamak da çok önemli. Okula devamın
sağlanması için, okul dışı etmenler kadar okul içi etmenlere de dikkat
edilmeli. Bu bağlamda, eğitim ortamlarının durumunu iyileştirmeye ve daha
kapsayıcı olmasını sağlamaya yönelik çözüm önerileri bu raporun bir başka
bölümünde (“Eğitim Ortamları”) ayrıntılı olarak ele alınıyor.
Sonuç olarak, 2017-18 okullulaşmada genel olarak olumlu gelişmelerin
yaşandığı bir yıl oldu. Buna ek olarak, MEB eğitime erişimle ilgili olarak pek
çok proje yürüttü. Önümüzdeki dönemde bu projelerin sonuç ve etkilerinin
kamuoyuyla paylaşılması olumlu olacaktır. Özellikle eğitime erişimde
dezavantajlı konumda olan çocuklara yönelik veri paylaşımının artması büyük
önem taşıyor.
ÖĞRETMENLER
Bu raporda, üç ana başlık
altında ele alınan konuların ortak noktası Türkiye’deki güçlü ve nitelikli
öğretmen ihtiyacının karşılanmasıdır. Bu ihtiyacın karşılanması için öğretmenliğin
toplumda, özellikle gelecekte bu mesleği seçebilecek bireyler arasında yüksek
statülü bir meslek olarak algılanmasıönemlidir. Öğretmenlerin izin hakları
genel olarak başka mesleklerden yüksek olsa da maaş ve istihdam koşulları
meslek seçiminde bu gibi dışsal motivasyon kaynaklarını dikkate alanları
öğretmenlikten uzaklaştırabilir. Öte yandan, bu raporda öğretmen adaylarının
içsel motivasyonlarına ve sosyal fedakarlıkla ilgili motivasyonlarına geniş yer
verilemedi. Atama sorununa karşın eğitim fakültelerinin hala çok sayıda öğrenci
tarafından talep edilmesinde, bu motivasyon kaynakları etkili olabilir.
Son bir yılda yaşanan ve
kamuoyunda da geniş biçimde tartışılan konulardan biri öğretmenlerin
performansının ölçülmesiydi. Aslında yeni olmayan bu konu, MEB yetkilileri
tarafından yapılan açıklamalar ve Şubat 2018’de yayımlanan yönetmelik taslağı
ile yoğun biçimde gündeme geldi, özellikle sendikalar tarafından pek çok açıdan
eleştirildi. Bu uygulamanın paydaşların eleştirileri ve geribildirimleri
dikkate alınarak önce ertelenmesi, ardından da uygulamadan vazgeçilmesi paydaş
katılımı bakımından
olumlu bir adımdır. Gelinen noktada, performans değerlendirme konusunun
temel amacına geri dönerek, öğretmenlerin mesleki gelişimini odağa almak ve
öğretmenlerin benimseyeceği ve bir parçası olacağı araçlar tasarlamak daha
yararlı olacaktır.
Türkiye’de öğretmen ihtiyacının
karşılanmasının temel yolu öğretmen açığını kapatacak sayıda öğretmenin
atanmasıdır. 2017’de yapılan toplam öğretmen ataması, aynı yıl emeklilik vb.
nedenlerle görevden ayrılanlar da dikkate alındığında açığı kapatmakta fazla
etkili olmuş görünmüyor. Kamuoyunun gündemine daha az gelen norm fazlası öğretmenler
de, resmi raporlarda da yer bulduğu üzere, verimsizlik ve mali yük getiriyor. Sözleşmeli
öğretmenlik uygulaması sürdürülerek, atanan öğretmenlerin atandıkları illerde
uzun süre kalmaları sağlanıyor. İdeal olan öğretmenlerin atandıkları bölgelere
en
başta isteyerek gidecekleri ve kendi istekleriyle kalacakları koşulları
sağlamaktır. Öte yandan, kadrolu öğretmenlerin sahip oldukları hakların
meslektaşlar arasında eşitlik sağlanması ilkesi gereği sözleşmeli öğretmenlere
de tanınması önemlidir.
EĞİTİM ORTAMLARI
Çocuk haklarının gözetildiği güvenli
eğitim ortamları, başta öğrenciler olmak üzere okullarda bulunan tüm
paydaşların eğitim deneyimlerine olumlu etki yapma potansiyeline sahiptir.
Okullarda hem çocukların iyi olma halinin hem öğretmen ve müdürlerin
birbirleriyle ve öğrencilerle ilişkilerinin hem de öğrencilerin akademik başarıve
sosyal içerme için gereksinim duydukları destek sistemlerinin yansıması olan eğitim
ortamları, birçok boyutuyla verimli bir eğitim sisteminin vazgeçilmez bir
bileşenidir. Eğitim ortamları yalnızca okulların altyapısı ve derslik sayıları
gibi fiziksel özelliklerle değil, çocuğun iyi olma halini destekleyecek bütüncül
bir anlayışla ele alınmalıdır.
Yeni teknolojilerin ve dijital
dönüşümün eğitim ortamlarına yansıması dikkatle ele alınmalıdır. Siber zorbalık
ve henüz öngörülmeyen diğer zorlukların belirlenmesi, bu konularda nitel ve
nicel araştırmaların devamlılığı, öğretmen-okul-öğrenci-veli işbirliği önemli
olacaktır. Teknolojinin hızla gelişmesine paralel olarak okul yönetimi, öğretmenler
ve velilerin BİT kullanım becerilerinin geliştirilmesi de yalnızca siber zorbalıkla
değil, diğer çevrimiçi risklerle mücadelenin de aracı olarak değerlendirilmelidir.
Sosyal ve duygusal öğrenme alanında Türkiye için bir çerçeveye ihtiyaç
duyuluyor. Güvenlik, okula aidiyet vb. tüm alanlarda atılacak adımların bir çerçeve
etrafında yapılması kalıcılığı ve sürekliliği olan politikalar ve uygulamaların
oluşmasını sağlayacaktır. Güvenlik vb. sorunların çözümünde polisiye
tedbirlerle eşzamanlı olarak öğrencilerin güçlenmesine yönelik uygulamalar da
yürütülmelidir.
Türkiye’de tüm eğitim düzeylerindeki
okullarda kalabalık sınıf sorunu ortalamada oldukça azalıyor. Ancak, bölgeseleşitsizliklerin
giderilmesine olan ihtiyaç devam ediyor. İkili öğretimin 2019’da sonra ermesi
hedefine öncelik verilmesi olumludur. Bununla birlikte, bu hedefin
gerçekleştirilebilmesi için nitelikli ve yeni öğretim programlarının uygulanmasına
yönelik derslik yapımının da hızlandırılması gerekiyor. Eğitimin tüm
alanlarında olduğu gibi, öğrenme ortamları alanında da farklı boyut ve seviyelerde
ayrıntılı veri ihtiyacı devam ediyor. Bu verilerin tutulması ve kamuoyu ile şeffaf
bir şekilde paylaşılması eğitimin tüm paydaşlarının durum tespitine, sorunların
çözümüne, yenilikçi, yaratıcı uygulamalara katılımına olanak sağlayacaktır.
EĞİTİMİN İÇERİĞİ
Geçtiğimiz eğitim-öğretim
yılında kamuoyunda en çok tartışılan konuların başında güncellenen öğretim
programları yer alıyor. ERG, bu programların sınıf içi uygulamalarını
değerlendirmek ve öğretmen görüşü almak üzere bir çalışma yürüttü. Çalışma
sonucunda kazanımlarda sadeleştirme ve bazı derslerin materyallerinde iyileşme
olduğu vurgulansa da esnek programlara olan ihtiyacın devam ettiği dile getirildi.
Ders kitaplarının izleme ve
değerlendirilmesi bağlamında önemli adımlar ve uygulamalar yaşama geçirildi.
Bununla birlikte, özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği konularında gerileme
olduğu araştırmalar tarafından vurgulanıyor. Türkiye’de bu alanda önemli adımların
atıldığı ve ilerlemenin kaydedildiği göz önünde bulundurulduğunda, bu gelişmelerin
ileriye taşınması önemli olacaktır.
Yabancı dil eğitiminde ders
saatlerinin artırılması kararlarının yeniden gözden geçirilmesine, bu karar
doğrultusunda ders saati azalan öğretmenlerin durumunun ve spor ve sanat gibi
azaltılan derslerin çocukların esenliği ekseninde yeniden değerlendirilmesine
ihtiyaç duyuluyor.
Özel eğitim tanısı olmayan, 3
ve 4. sınıflara devam eden, ancak okuma, yazma, okuduğunu anlama becerileri ve
doğal sayılar, doğal sayılarla dört işlem öğrenme alanlarında yeterli
kazanımlara ulaşamayan öğrencilere yönelik uygulamaya giren İlkokullarda
Yetiştirme Programı’nın başlaması oldukça önemli bir ihtiyacı karşılıyor. Bu
uygulama, okullar ve okul içinde öğrenciler arası başarı farkının azaltılması
hedefini önemli ölçüde destekleyecektir.
EĞİTİMİN ÇIKTILARI
Türkiye’de özellikle 1997’de ve
2012’de zorunlu eğitimin kapsamını genişleten politikaların etkisiyle eğitim
düzeyi giderek artıyor. Öte yandan on iki yıl zorunlu eğitime karşın, 2017-18
eğitim-öğretim yılı itibarıyla ortaöğretimde okullulaşma oranı %83,6’da kalıyor.
2017 itibarıyla okuma yazma bilmeyen gençlerin oranı çok azalmış olsa da 14-24 yaş
arasında her bin kadından 4’ü, her bin erkekten 1’i okuma yazma bilmiyor.
Türkiye’de eğitimden erken
ayrılma oranları giderek düşse de, Türkiye bu konuda Avrupa ülkelerinin oldukça
gerisinde kalmaya devam ediyor. Eğitimden erken ayrılmanın gerekçeleri
incelendiğinde, özellikle eğitimin maliyetini karşılayamayan ailelere yönelik önlemlerin
artırılması, kadınlar söz konusu olduğunda ise erken evliliklerle ve ailelerin kadınların
eğitim almasına izin vermemesi olgusuyla da mücadelenin elzem olduğu
anlaşılıyor.
Türkiye’de ne işte ne eğitimde
olan gençlerin oranı giderek azalıyor. Türkiye’deki 15-29 yaş arası erkeklerde
%15,2 olan bu oran OECD ortalaması olan %11,5’e yakındır. Ancak, Türkiye’deki
aynı yaş grubundaki kadınlarda oran %41,5’tir ve OECD ortalaması olan %16,4’ün
çok üzerindedir. Türkiye’deki ne öğrenim gören ne de bir işte çalışan genç sorununun
büyük oranda genç kadınlarla ilgili bir sorun olduğunu iddia etmek yanlış olmaz.
Türkiye’de genç işsizlik oranı
son yıllarda artma eğilimindedir. Özellikle 15-24 yaş arası kadınlar için 2017
yılında %26,1’e çıkarak, son 18 yılın en yüksek düzeyine erişmiştir. 2017 yılında
aynı yaş grubundaki genç erkekler için işsizlik oranı %17,8’dir. Yükseköğretim mezunu
kadın ve erkekler içinde de işsizlik oranları son yıllarda artma eğilimindedir.
Türkiye’deki gençlerin (16-24 yaş) sayısal
ve sözel beceri düzeyleri, kendilerinden önceki kuşaklara göre iyi olsa da,
OECD ortalamasında 55-65 yaş arası gruptan daha düşüktür. Teknoloji bakımından
zengin ortamlarda problem çözme becerisi için de Türkiye’deki gençlerin durumu,
OECD ortalamasındaki 55-65 yaş grubuna benzerdir. Dolayısıyla, Türkiye’deki
gençlerin beceri düzeyi bakımından uluslararası anlamda dezavantajlı durumda
oldukları iddia edilebilir.Gençlerin tutum ve değerleri ele alındığında ise,
öğrenim görenlerin, başkalarına saygı duyan ve başkalarıyla birlikte barış
içinde yaşayan bireyler olmaları, eğitimin ulusal ve uluslararası kurumlarcaifade
edilen amaçları arasında yer alsa da, gençlerin kendilerine benzemeyenlere
karşı ötekileştirici bir tutum sergiledikleri görülüyor. Araştırmalar, gençlerin
ötekileştirme konusunda önceki kuşaklara göre daha olumlu bir tutum sergilediklerini;
ancak özellikle başka bir dinden olanlar, başka bir ulustan olanlar ve LGBTİ+
bireyler söz konusu olduğunda gençlerin oldukça yüksek oranlarda önyargılı olduklarını
ortaya çıkarıyor.
Gençlerin siyasi katılımına
ilişkin araştırmalar incelendiğinde, geçmişten bu yana gençlerin siyasete
katıl(a)mama sorunları olduğu anlaşılıyor. Gençler, geleneksel olmayan, boykot,
protesto vb. siyasi katılım biçimlerini, daha ileri yaştakilere göre daha çok sergiliyorlar.
Ancak her durumda çok yüksek katılım oranlarından bahsedilemiyor. Güncel çalışmalar,
sosyoekonomik durum, cinsiyet, yerleşim yeri (kır-kent) değişkenlerinin siyasi katılımda
yaştan daha önemli olduğunu, bu etmenler dikkate alındığında genç olmanın bir öneminin
kalmadığını gösteriyor.
Çeşitli verilerden, Türkiye’de
gençlerin, toplumun geneline benzer biçimde yüksek oranda dindar olduğu
anlaşılıyor. Öte yandan, ötekileştirme konusundaki verilerle bir arada düşünüldüğü
zaman, başka dinlerden olanlarla arasına mesafe koyan bir gençlik söz konusudur.
Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin dinler hakkında bir ders olmayıp belirli
bir inancı benimsetmeye yönelik bir içeriğe sahip olması insan hakları
bakımından
sorunlu olmaya devam ederken, dersin bu biçimde sunulması nedeniyle,
bireylerin çeşitli dinleri tanıyıp bir arada yaşama kültürü geliştirmeleri
şansı da kaçırılıyor.
Sonuç olarak, gençlerin tutum ve
değerlerine ilişkin bulgular geleneklere bağlı ve dindar, ancak başka dinlerden
olan bireylere karşı önyargılı bir genç neslin varlığına işaret ediyor. Ayrıca
gençler arasında başka uluslardan ve LGBTİ+ bireylere karşı önyargı ve mesafe dikkat
çekiyor. Gençlerin siyasi katılım konusunda önceki kuşaklardan çok farklılaşmadığı,
yalnızca geleneksel olmayan siyasi katılım yollarını biraz daha fazla kullandıkları
görülüyor.
Kaynak:http://www.egitimreformugirisimi.org/
ERG 2017-2018 Eğitim İzleme Raporu
Hiç yorum yok
Yorum Gönder